83. Oscar Ödül Töreni'nden Sonra...


Bu sene ne En İyi Film Ödülü'ne aday filmleri ne de töreni izleme fırsatı bulabildim bu yüzden zaten yorum yapamayacağım “keşke şu alsaydı bu gerçekten de hak etmiş” gibi. Çoktan bloglarda yazılıp çizildi fakat ben de birkaç not düşmek istedim.

Gecenin sunucuları Anne Hattaway ve James Franco idi. Genel görüş işlerini iyi yaptıkları, fakat gecenin sönük geçtiği yönünde gibi.

Eleştiriler –elbette- tamamıyla olmasa da yine de adil bir ödül töreni olduğu doğrultusunda. Christopher Nolan ve Leonardo Di Caprio’yu aday bile göstermemesiyle Akademi zaten birçok eleştirmen ve sinemasever tarafından sinemada bir çığır açtığı düşünülen hatta Matrix’le karşılaştırılan ‘Inception’ dan çok hoşlanmadığını belli etmişti. Film sadece 4  teknik dalda ödül kazanırken gecenin baba ödüllerinden En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Erkek Oyuncu ve En İyi Orijinal Senaryo’yu kazanarak The King’s Speech aday olduğu 12 daldan 4’ünde Oscar’ı aldı. Natalie Portman Black Swan’daki performansıyla almasına kesin gözüyle bakılan En İyi Kadın Oyuncu dalında Oscar Ödülü’nün sahibi oldu, böylece film aday olduğu 5 dalın 1’inde ödül alabildi. “The Social Network” ise 8’de sadece 3 yapabildi. En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu kategorisinde de favori gösterilen Christian Bale ödülün sahibi oldu. The Machinist filmi için 30'a yakın kilo veren Bale'in The Fighter'daki rolü için de kilo verdiğini okumuştum. (Trevor Reznik ise şahsi kanaatimce aktörün izlediğim filmleri arasından en iyi canlandırdığı karakterlerden biriydi)
Elbette Oscar Ödülü’nü alabilen/alamayan aday filmlerin birçoğu izlenesi filmlerdir, izlenmelidir. The King’s Speech ve Black Swan gibi filmleri özellikle sinemada izlemek istiyordum, umarım izleyebilirim. Diğerlerini de fırsat buldukça izlemeye çalışacağım. Kaç ay öncesinde yurtdışında vizyona giren bu filmleri biz sinemada şimdilerde arka arkaya izlemek zorundayız maalesef.

Aday ve kazananların tam listesi için;
http://www.oscars.org/awards/academyawards/83/nominees.html



Eastern Promises (2007)

  
“How can I become king, if the king is still in place?”


“Lord Of The Rings” gibi benim ve birçok sinemasever için bir klasik olan üçlemeyi izlediğimden beri hayranı olduğum Viggo Mortensen’ın başrolde oynadığı filmlerden biri “Eastern Promises”. Türkiye’de “Şark Vaatleri” adıyla gösterime girmişti 2007’de. Uzun zamandır izlemek istediğim filme dün gece birikmiş filmleri karıştırırken elim gidiverdi. Amacım sadece kafamı dağıtmaktı, bunun yerine filmin iyice uykumu kaçırdığını söyleyebilirim.

Yönetmenlik koltuğunda David Cronenberg’in oturduğu film, Londra’da “Vory v Zakone” isimli Rus mafyası/örgütü etrafında şekilleniyor. Tabi bir de 14 yaşında bir kızın doğururken ölmesiyle kızın yakınlarına ulaşmaya çalışan ebe Anna var (Naomi Watts). Rusça bilmeyen Anna kızdan geriye kalan günlüğü okuyamıyor ve günlüğün arasından bulduğu kartvizit ile Rus mafyasının Londra şubesinin başındaki Semyon’a (Armin Mueller-Stahl) ulaşıyor. Anna günlükte kızın mafyanın elindeki kızlardan biri olduğunu, onlar tarafından tecavüze uğradığını, uyuşturucu verildiğini öğrendiğinde dehşete kapılıyor. Filmde ara ara, Londra’ya hayallerinin peşinden koşup gelen 14 yaşındaki Tatyana’dan günlükte yazdığı cümleleri duyuyoruz.Sesinde hep bir hüzün olsa da önce hayallerinden, umutlarından bahsediyor ta ki Lonra’ya gelene kadar.

 
Aslında bu filmin üzerine en çok bahsetmem gereken, Nikolai karakterine can veren Viggo Mortensen’dır heralde. Gerek Rus aksanı (filmin büyükçe bir kısmında Rusça konuşuyor zaten), gerek serinkanlılığı, mimikleri/mimiksizliği ile mükemmel bir oyunculuk çıkarıyor. Çekimlerden önce Rusya’da uzunca bir süre kaldığını ve oradaki insanları gözleyerek, yaşadığı tecrübeler ile rolüne hazırlandığını okuduğumda saygım bir kat daha arttı. Filmde şahsi kanaatimce izleyenleri neredeyse Rus olduğuna inandıracak kadar karakterle bütünleşmişti. Bunun yanında böylesine başarılı ve her ünlü oyuncunun kabul edemeyeceği ve de kotaramayacağı bir sahne de içeriyor film. Ağzının yanından sarkan sigarası, ellerini önünde bağlayarak duruşu, “I am driver. I go left, I go right, I go straight ahead – that's it”  repliğiyle unutmayacağım bir karakter oldu Nikolai.

Filmde en çok hoşuma giden sahnelerden biri Nikolai’nin “yıldızlar” a yani “Vory v Zakone” e kabul edilme sahnesiydi. Nikolai’nin vücudundaki tüm dövmeleri görebiliyorduk ve kardeşliğin üyeleri de Nikolai tek bir kelime etmediği halde bu dövmelerden onun hayat hikayesini okudular. Onlara göre “Eğer dövmen yoksa yoksun demektir”. Birkaç yerde okuduğum kadarıyla da bu dövmeleri suçlular kafalarına göre yaptıramazmış, bunlar bulundukları topluluk içerisindeki rütbelerini belirlermiş. Nikolai’ye zorla yapılan dövmesi olup olmadığı da soruluyor, bu dövmeler de işbirlikçi ve hainlere diğer üyeler tarafından zorla yapılırmış. Kardeşliğe kabul edildiğinde ise Nikolai’ye göğsünün iki yanına ve diz kapağına yıldız dövmesi yapılıyor ki bu da kimsenin önünde diz çökmeyeceği anlamına geliyormuş.



Viggo Mortensen’e eşlik eden Vincent Cassel de oldukça başarılı. Bir mafya liderinin oğlu olmaktaki başarısızlığı, filmde zaten hemen hemen her Rus’ta gördüğümüz içkiye aşırı düşkünlüğü, Nikolai’yi homo olmadığı konusunda test etmek istemesine rağmen kendi bastırılmış eğilimi ile Kirill karakterini iyi yansıttığı nacizane düşüncem. Kirill’in babası Semyon'u ve Türk karakter Azim’i canlandıran oyuncular da ustaca rollerinin hakkını vermişler (Filmdeki Türkçe replikler beni benden aldı!). Naomi Watts ise belki de Anna karakterinden belki de Viggo Mortensen ve diğer oyuncuların başarılı oyunculuklarından dolayı biraz zayıf kalmış gibi geldi bana.

Son olarak filmin müziklerinin çok hoşuma gittiğini söylemeliyim, bitiş jeneriğindeki müzikle beraber Howard Shore adını görünce taşlar yerine oturdu. ”Eastern Promises” klasik mafya filmlerinden, vurdulu kırdılı,  mermilerin havada uçuştuğu Amerikan filmlerinden çok farklı bir film. Çeçenlerle Ruslar arasındaki saldırılarda dikkati çeken unsur kavgaların yumrukla, bıçakla yapılıyor olmasıydı (Filmde hiç silah yoktu!). Ancak şiddetin dozunu bazı sahnelerde fazla bulanlar da olacaktır.


Filmin birçok adaylık ve ödülünün yanında Viggo Mortensen ile En İyi Aktör dalında Oscar adaylığı bulunuyor. En azından bu şahane oyunculuk performansı için bile izlenilmeye değer bir film..

Şimdi aslında daha önce izlemem gereken bir başka Cronenberg-Mortensen ortaklığı 2005 yapımı “A History Of Violence” i izlemek farz oldu. Görünüşe göre bu ortaklık Mortensen’ın Sigmund Freud’u canlandıracağı “A Dangerous Method” filmiyle devam edecek.Dört gözle bekliyoruz..